
Türkiye Gıda ve Şeker Sanayi İşçileri Sendikası (Şeker-İş) 23. Olağan Genel Kurulu Ankara’da başladı.
Genel Kurula; Türk-İş Konfederasyonu Genel Başkanı Ergün Atalay, Türkşeker Genel Müdürü Muhiddin Şahin, Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifi Başkanı Hüseyin Akay, Kayseri Şeker Yönetim Kurulu Başkanı Hurşit Dede, Amasya Pancar Ekicileri Kooperatifi Başkanı Mustafa Saatçi, TÜRKİŞ’e bağlı sendikaların genel başkanları ve davetliler katılım sağladı.
Genel kurulun Divan Başkanlığı’na Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı ve Teksif Sendikası Genel Başkanı Nazmi Irgat seçildi. Divan Başkan Yardımcılıklarına ise Genel Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Hakan Yeşil ile Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Alaattin Soydan, divan sekreterlik görevlerini ise Şeker-İş Ereğli Şube Başkanı Yüksel İlaslan ile Şeker-İş Kütahya Şube Başkanı Kenan Pıynar üstlendi.
Genel kurulun açılış konuşmasını gerçekleştiren Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök şu şekilde konuştu;
‘‘TÜRK-İŞ’imizin Çok Kıymetli Genel Başkanı, Sendikalarımızın Değerli Yöneticileri, Saygıdeğer Katılımcılar, Değerli Basın Mensupları ve Kıymetli Misafirler, Türkiye Gıda ve Şeker Sanayi İşçileri Sendikamızın 23. Olağan Genel Kuruluna şeref verdiniz. Hepiniz hoş geldiniz..
Bugün,
Ne mutlu ki; kudretini tarihinden, gücünü birliğinden alan bizlere..
Ne mutlu emeğiyle yücelenlere, ne mutlu ülke sevdasıyla çalışan sizlere..
Ne mutlu Şeker-İş’e varlığıyla güç verenlere..
Emek Mücadelesinin Yılmaz Temsilcileri, Değerli Kardeşlerim, Yol Arkadaşlarım,
Bu inançla, sevgi, saygı ve minnetle selam olsun hepinize.
Başta siz değerli mücadele arkadaşlarım olmak üzere Sendikamızın 23. Olağan Genel Kurulunun, işçi hareketimize, sektörümüze, ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum. Genel Kurulumuz vesilesiyle, tüm kurucu liderlerimizi, Şeker-İş’in çok kıymetli eski genel başkanlarını, şube başkanlarını, çalışanlarını ve emeği geçen herkesi saygıyla yâd ediyorum. Bugün aramızda olmayanlara Yüce Allah’tan rahmet, sağ olanlara ise esenlikler diliyorum. Ayrıca ölümlü iş kazalarının iş cinayetlerine dönüştüğü ülkemizde, hayatlarının en güzel çağında yaşamlarını yitiren tüm işçi kardeşlerimi de rahmetle yâd ediyorum.
Saygıdeğer Konuklar, Kıymetli Arkadaşlar,
Dünya son yıllarda, tarihinin en zorlu sınavlarından geçiyor. Dünyada vicdanları yaralayan, insanlığımızı sorgulatan olaylar yaşandı, yaşanıyor. Kudüs’te, Yemen’de, Mısır’da, Suriye’de, Doğu Türkistan’da yapılan zulüm, soykırım ve vahşetler son süreçte Filistin’de, Gazze’de can yakmaya devam ediyor. İnsan hakları, Batı değerleri, Demokrasi, Çocuk-Kadın hakları mı dediniz? Batı, ” benden olmayanın canı cehenneme” diyecek kadar insanlık dışı olduğunu bir kez daha tüm dünyaya gösterdi. Filistin’de yaşananlar diğerleri gibi, insanlık tarihine kara bir leke olarak kazındı.
Dahası, Birleşmiş Milletler yakın dönemde patlak veren Kovid-19, Rusya-Ukrayna Savaşında olduğu gibi Gazze katliamında da sınıfta kalmıştır. Tarih boyunca mazlumların yanında olan ülkemiz ise, bugün adalet ve insanlık için mücadele vermeye devam etmektedir. Çünkü bizim medeniyetimiz, öyle bir medeniyet ki... İnsanlığın onuru için savaşmayı kendine adeta bir görev bilmektedir.
Kıymetli Misafirler,
İlan edilmeyen savaşlar, bitmeyen çatışmalar, yükselen otorite trendi ve tüm bunların bileşkesinde her geçen gün daha da “Güvensizleşen Bir Dünya” var. Aynı zamanda değişimlerin yerini dönüşüme bıraktığı bir dünya var. Fakat yolu eski, ayakkabısı eski ve değişime algılarını tıkamış durumda olan milyonlar da var. Ben dönüşümü; “daha iyi bir yarın uğruna, dünü inkâr etmeden geride bırakmak” olarak tanımlıyorum.
Pandemi, bu yeni döneme geçişi kuşkusuz hızlandırdı. Teknolojide olan bitenlere bakınca yapay zekâya kadar uzanan değişimler bize, farklı bir geleceği tanımlamaya başladılar. Aslında gelecek çoktan geldi fakat eşit dağıtılmadı ve ne yazık ki eşit dağıtılmıyor. Aynı zamanda iklim değişikliğinin artan olumsuz etkileri, toplumsal kutuplaşma, siber güvenlik tehdidi ve devam eden geçim sıkıntısı küresel düzeni bozmaya devam ediyor. Bu krizler elbette, gıda ve enerji kaynaklarına yönelik tehlikeleri de barındırıyor. Dolayısıyla bu durum güvenli geçim kaynaklarının azalması anlamına geliyor. Gelinen noktada küreselleşmenin yeni bir rota çizmesi gerekmektedir. Bu rota; yalnızca belirli güç merkezlerini değil, tüm insanlığı kapsayan, eşitlikçi, sürdürülebilir ve çok taraflı bir yaklaşımı içermelidir. Batılı aktörlerin bu değişimi inkâr etmek yerine kabullenmesi zorunludur. Aksi takdirde, küresel sınamalar derinleşecektir. Örneğin Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, sadece bölgesel bir çatışma değil, küresel bir güç mücadelesine dönüşmüştü. Türkiye, bu çatışmanın tam ortasında, barışı tesis etmek için dengeli bir politika yürüttü.
Savaşın faturasını yarım milyona varan can kaybıyla her iki komşumuz; enerji ve gıda kriziyle, tüm insanlık ödedi. Türkiye, Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması ile hem Ukrayna’nın tahılını dünyaya ulaştırdı, hem de küresel gıda krizinin önüne geçti. Bu, Türkiye’nin diplomatik gücünün ve insani sorumluluğunun bir göstergesiydi. Kuzeyde hal böyleyken güneyde Türkiye, Suriye’deki iç savaşın başından beri, bu trajedinin en büyük insani yükünü omuzlayan ülke oldu. Çünkü bizler, dünyanın en kıymetli topraklarında, hem de çok zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Caydırıcılık gücümüz de; askeri gücümüzden, savunma sanayi projelerimizden, diplomatik yetkinliğimize ve insani yardımlarımıza kadar güvenliğimizi besliyor.
Sözüm o ki, yakın coğrafyamızın içinde bulunduğu fırsatların oluşumu ve tehditlerin çözümünde, bölgesel denklemlerde, Türkiye mutlaka var olmalıdır.
Değerli Konuklar, Kıymetli Yol Arkadaşlarım,
Küresel ve bölgesel gelişmelerin uluslararası sistemi, “tarihi bir sınama”dan geçirdiğinden bahsettim. Bu konjonktürde, önümüzdeki 50 yıla damgasını vuracak önemli başlıklardan birisi de vergi ve gelir adaletsizliği ile mücadelede, başarının ne ölçüde yakalandığı olacaktır. Keza içinde bulunduğumuz zorlu tabloyu teyit eden önemli başlıklardan bir diğeri, küresel yoksulluktur. 2023 yılında 700 milyon insan, günde yaklaşık 2 dolardan daha az bir gelirle aşırı yoksulluk düzeyinde yaşamaktadır. Küresel nüfusun en zengin yüzde 10'u bugün küresel gelirin yüzde 52'sini elinde tutmaktadır. Bu sorunlar yetmezmiş gibi, küresel iklim kriziyle gelen ağır doğal afetler, aşırı kuraklık ve su baskınları hane halklarının gelirlerinde ve gıda güvenliğinde riski artırmaya devam etmiştir. Çok acı ki, 2030'larda su kıtlığı kuşkusuz kapımızı çalacak ve gıda israfını da göz önünde bulundurduğumuzda, bazı gıdalara erişmemiz imkânsız hale gelecektir. Tüm bu küresel gelişmeler ve iklim etkisinin yanı sıra, son 4 yılda küresel enflasyon baskısı artmış, etkilenen ülkemizde de hepimizin malumu olduğu üzere gelir adaletsizliği giderek derinleşmiştir. Üstelik yüksek enflasyon karşısında dar gelirliler, temel ihtiyaçları karşılamada zorluk çekerken, yüksek gelir grubu refah içinde yaşamaya devam etmektedir.
İşte bu nedenlerle en zengin ve en yoksul arasındaki uçurum açıldıkça açılmıştır. Keza OECD ülkelerinde çalışanların milli gelirden aldığı pay yüzde 50’ye yakınken, Türkiye’de ise yüzde 25-30 civarındadır. İşte burada en önemli nokta, refahın adil dağıtılamamasıdır. Toplumsal zenginliklerden istifade etme olanaklarından çalışanların, emekçilerin dışlanmasıdır. Ülke olarak sözün özü, bizim tek bir yerde, yani refahta buluşmamız gerekmektedir. Peki geldiğimiz noktada; asgari ücret Türkiye’de ortalama ücret olmuşken, bu nasıl mümkün olacaktır?
Öncelikle asgari ücret kavramı “sürdürülebilir yaşam ücreti” olarak düzenlenmelidir; eşzamanlı olarak da vergi sisteminden asgari ücret politikalarına, emeklilikten çalışanların haklarına kadar her alanda adil ve kalıcı reformlar hayata geçirilmelidir.
Kıymetli Delege Arkadaşlarım, bilirsiniz ki, bir çiftçi için toprak nasıl ki onun umudu ve hayatıdır, emek verildiğinde asla onu aç bırakmaz. İşte çalışma hayatımız da bizler için aynı toprak gibidir; kutsaldır ve çok değerlidir. Burada asla göz ardı edilmemesi gereken bir konu var ki; biz emeğimizi savunmazsak, toprağımızı çorak bırakmış oluruz.
Kıymetli arkadaşlar işte biz Şeker-İş olarak, hep bu prensiple hareket ettik. Neler yaptık yapıyoruza, vaktinizi de çok almadan değinmek istiyorum.
Çünkü bazı kesimler, ne yazık ki birazdan sayacağım tüm bu çalışmaları yok sayarken; sendika makamının izini sürmeye devam ediyorlar. Sendikaların maruz kaldığı baskı, önyargıya rağmen ekmek davasını, hak arayışını, fayda kültürü uğraşısını kolaylıkla hor görebiliyorlar. Bu kesimlerin incelemesi gereken şudur ki, Şeker İş Sendikası topluma ulaşma kapasitesini ne ölçüde kullanmıştır? İşte esaslı mesele aslında budur. Bizler tarlasında ürün üreten çiftçiden, market alışverişi yapan vatandaşın ürün seçimine kadar her noktaya dokunduk. Soframızdaki şekerden çocuklarımızın yediklerine kadar, “sağlıklı toplum” şiarıyla kamuoyunu bilgilendirdik; gıda, su, enerji israfına dikkat çektik; kampanyalar ve işbirlikleri gerçekleştirdik.
Kadro meselesi, özelleştirme, taşeronlaşma, nişasta bazlı şekerlerle yıllarca mücadele ettik, davalar açtık. Hukukun gücünden, bilimin ve farklı disiplinlerin birlikteliğinden, akademik çalışmalardan her zaman beslendik. Şeker-İş olarak, dergi ve gazetelerimiz hariç 58 yayınımızla, sektörümüzün ve çalışma hayatımızın üstatlarının kıymetli çalışmalarıyla yolumuzu zenginleştirmeye gayret ettik. Pancar üreticisinden, STK’lara kadar uzanan kocaman bir ailenin gücüyle yaptık tüm bunları ve zorlukları aştık. Bunları yaparken lobilerin ve bazı etki gruplarının karşısında durmak elbette kolay değildi..
Nişasta bazlı şeker lobileri Şeker-İş’e vize verilmesini dahi engellerken; “Bizlerin ve sizlerin güçlü direnişiyle” NBŞ kotaları düşürüldü, Türkiye’de NBŞ zararlıdır algısı oluştu. Tüm bu süreçlerde, “her fırsatta” bizlere, tehdide varan söylemlerle, aba altından sopa gösterildi. İzleyen dönemde bu lobiler yine sessiz kalmadı ve devletin bu karardan geri dönmesi için ellerinden gelen her türlü çabayı verdi. Bu süreç sonunda bugünse, bu şirketler sessizliklerini koruyorlar ve bu durum kayıt dışılık ihtimallerini kuvvetlendiriyor. Elbette bu noktada, bağımsız bir Şeker Kurumu’nun yeniden oluşturulması gerektiği ön plana çıkıyor.
Sözün özü o ki kıymetli konuklar; YYT yani yüksek yoğunluklu tatlandırıcı ithalatının dizginlenmesi için de çalışıyoruz, bunların gümrük vergisi oranları arttırılmalı, kullanımları sınırlandırılmalı diyoruz. Çünkü, bizim ülkemizin ne NBŞ’ye, ne de YYT’ye ihtiyacı yoktur.
Ayrıca tüm bunlar olup biterken yılmayan azmimizle özelleştirme mücadelemizi sürdürdük. Dönemin Maliye Bakanı’na; fabrikalarda milli üretimin gücünü her yönüyle öylesine göstermeyi başardık ki, kendisi: "Şeker sektörünün özelleştirilmesi, ne TÜPRAŞ'a, ne Türk Telekom'un özelleştirmesine benzer, bu konuyu 40 kere düşünmemiz lazım."” dedi, hiçbir kuşku duymadan.. İşte bu söz, gayretimizin tezahürü olarak özelleştirme tarihine not düşülmüş imza bir söz olarak kayıtlara geçmiştir. Keza Avrupa Birliği’nde “STK faydası denen bir terim” var. STK’ların özellikle fayda yaratmasını, siyasetin karar verme sürecinde yarar sağlamalarını bir başarı kriteri olarak görüyorlar. Bu bakış açısıyla da şunu söyleyebilirim; biz bunu kendi sektörümüzde, “herhangi bir zorunluluk olmamasına rağmen” örnek çalışmalarımızla yerine getirmeyi başardık. Şeker-İş olarak, milli üretimi, dolayısıyla işyerlerimizi güçlü kılma çabasıyla mücadele verdik, vermeye de devam edeceğiz hiç kuşkunuz olmasın..
Özelleştirilen fabrikaların durumunu sorarsanız; üretim taahhütlerinin yerine getirilip getirilmediğini yakinen halen takip ettiğimizi belirtmek isterim. Çok yazık ki, Kamunun hakkı olan 70 bin tondan fazla üretim, göz göre göre kamunun elinden alınmıştır. Hal böyleyken, bu kota peşkeşine karşı Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığımız sürecin takipçisi olmaya devam etmekteyiz. Umuyoruz ki, Sendikamız tarafından örnek bir yargı kararı ile ‘özelleştirme gibi bir sürecin takipçisi olarak’ önemli bir kazanım elde edeceğiz.
Kıymetli Delege Arkadaşlarım; bilirsiniz ki, ehline denk gelmeyen her şey, ziyan olur.
Sizlerin de şahit olduğu üzere, bizlere miras kalan, bizim de miras bırakacağımız bu fabrikalarda işin ehli olan çalışanlara, haklarını teslim etmek adına çok yönlü bir mücadele içinde olundu. Nihayetinde Konfederasyonumuz öncülüğünde 2023 yılında, ömrünü sanayimize adamış 1172 geçici işçi kardeşimiz sürekli işçi kadrolarına kavuştu. Fakat yıllardır verilen çetin mücadelelere rağmen bugün “geçici işçi kadroları” yeniden oluşturuluyor. Sanayimizde emeklilik nedeniyle kalifiye çalışan açığı ve alt işveren sorunumuz halen artarak devam ediyor. Buradan hareketle Türkşeker’e 3000 yeni daimi işçi alımının yapılması gerekiyor. Bu noktada Şeker-İş olarak gıda ve şeker sanayinde nitelikli istihdamı güçlendirmek adına yeni ulusal meslek standartları, ulusal yeterlilik ve belgelendirme çalışmalarımızı da önemle sürdürüyoruz.
Yanı sıra, KİT’lerdeki alt işveren işçilerinin kadroya geçirilmeleri, kamuda asıl işte taşeron çalıştırılmasına acilen son verilmesi gerekiyor. Burada şunu belirtmeliyim ki, desteğini hiçbir zaman esirgemeyen, sonuç alıncaya kadar mücadelesinden geri adım atmayan Konfederasyonumuz Türk-İş’in kıymetli genel başkanı Sayın Ergün ATALAY başta olmak üzere Türk-İş yönetimine teşekkürlerimizi bir kez daha iletmek istiyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar..
Nitekim Konfederasyonumuz öncülüğünde, biz sendikalar olarak, çalışanların hak ve özgürlüklerini geliştirmeye, ortak aklı teşvik etmeye, toplumsal fayda yaratmaya, örgütsüz kardeşlerimizi sendikayla tanıştırmaya devam edecek, bunun için var gücümüzle çalışacağız. Fakat, birçok Avrupa ülkesinde yüzde 50’nin üzerinde sendikalaşma oranının, ülkemizde yüzde 15 civarında olması, çalışma hayatımıza kesinlikle yakışmıyor. Keza, Şeker-İş olarak yaptığımız başvuruda da hatırlayacağınız üzere, “Anayasa Mahkemesi: Uzayan Yetki Davası Sendikal Örgütlenme Hakkının İhlalidir” demiştir.
Gelinen noktada artık acilen; örgütlenme ve toplu sözleşme haklarını engelleyen, etkisiz kılan hükümlerin mevzuattan ayıklanıp değiştirilmesi, örgütlenme hakkına yönelik olumsuz işveren uygulamalarının mali ve cezai yönden caydırıcı yaptırımlara bağlanması sağlanmalıdır.
Diğer taraftan da çalışma hayatında; dijitalleşme ve yeşil dönüşümün 2030'a kadar istihdamın yüzde 22’sinde olumlu ya da olumsuz etki yaratacağı belirtilmektedir. Bu konuda da geleceğin mesleklerinde söz sahibi olmamız için bugünden harekete geçilmesi, iklim değişikliği karşısında işçi haklarını güvence altına alan “adil geçiş” kavramını sahiplenmemiz gerekmektedir. Bu arada, haftalık 4 günlük çalışma ile verimliliği artıran ve işçilerin yaşam kalitesini yükselten uygulama, birçok ülkede denenmeye devam etmektedir. Bizim de iş hayatımızın niteliğini “günümüz koşullarına ve dünya standartlarına uygun bir vizyonla” geliştirmemiz elzemdir.
Sayın Konuklar, Değerli Delege Arkadaşlarım, bilirsiniz “Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.” Yunus Emre’nin zamansız öğütlerindendir.
Bu sözün vurguladığı gibi, biz çalışanları görünmez bir iple birbirimize bağlayan en büyük güç, birlik ve beraberliğimizdir. Bu birlikteliğin, bugün yaşadığımız “çalışma hayatı yorgunluğunu” tersine çevirebilecek güce ve potansiyele yürekten güveniyoruz. Önümüzdeki dönemde; refahın adil paylaşıldığı, sendikal baskıların son bulduğu, vergi adaletsizliğinin ortadan kalktığı, istihdamın arttığı, enflasyonun tek hanelere düştüğü bir Türkiye görmek istiyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, 23. Olağan Genel Kurulumuzun camiamıza, gıda ve şeker sanayimize, çalışma hayatımıza ve Sendikamıza hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi en kalbi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.’’
İsa Gök’ün kürsüye gelen TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay; sendikaların görevinin temsil ettiği insanların hak ve menfaatini korumak olduğunu söyleyerek, "Sendika aynı zamanda işvereni de korumak mecburiyetinde, ülkesini de korumak mecburiyetinde" dedi.
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, konfederasyona bağlı ŞEKER-İŞ sendikasının 23’üncü Olağan Genel Kurulu’na katıldı. ŞEKER-İŞ sendikasının tarihinin ve şeker işçilerinin çalışma hayatının anlatıldığı programda daha sonra kongre üye seçimi yapıldı. TÜRK-İŞ Genel Başkanı Atalay, şeker fabrikalarının Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri olduğunu belirterek, "Kafanızı kaldırıp baktığınız zaman Erciş’te, Ağrı’da, Trakya’da, Ege’de, İç Anadolu’da, hemen hemen Türkiye’nin her bölgesinde şeker fabrikaları var. Bu ülkeyi kuranlar, o dönemde bu fabrikaları o bölgelerde işçi çalışsın, üretim olsun, ülke bundan istifade etsin niyetiyle kurmuşlar" dedi.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine değinen Atalay, geçmişte devlet adamlarının bile gittiği vilayette şeker tesislerinde kaldığını, şeker fabrikalarının önemli yerler olduğunu ifade etti. Atalay, "1999 senesinde o dönemdeki koalisyon şeker sanayiyi özelleştirme kapsamına almışlar. Aradan 26-27 sene geçmiş. Biz de son 22 senedir her gün ‘Bunları özelleştirmeyin. Bu fabrikalar bu ülkeye katkı sağlıyor, bölgelere katkı sağlıyor, şeker silah gibidir’ dedik" diye konuştu. Yaklaşık 17 şeker fabrikasının satılarak özelleştirildiğini belirten Atalay, kalan 10-15 şeker fabrikasının olmaması halinde ise şeker fiyatlarının 3-4 kat daha fazla olacağını savundu.
"Grev yapmanın kime faydası var, hakkını ver işçinin, olsun bitsin"
2 sene önce Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü’nü imzaladıklarını hatırlatan Atalay, bu seneki görüşmelerin bir an önce sonuçlanması gerektiğini belirterek, "Değerli arkadaşlar grev yapmanın kime faydası var? Yıkmanın dökmenin kime faydası var? Ben İzmir’deki grevi bilmem, olanı bilmem. Bana derler ki durum bu, işçiyle konuşup bunu yapıyoruz. 30 bin tane sözleşme var. TÜRK-İŞ başkanı olan biteni bilmez ki, aklımdan dahi geçmez. Yani grev yap bilmem ne yap. Hakkını ver işçinin, olsun bitsin" şeklinde konuştu.
"Sendikanın görevi temsil ettiği insanların, işverenlerin ve ülkenin hak ve menfaatini korumak"
Atalay, sendikaların görevinin temsil ettiği insanların hak ve menfaatini korumak olduğunu söyleyerek, "Sendika aynı zamanda işvereni de korumak mecburiyetinde, ülkesini de korumak mecburiyetinde. TÜRK-İŞ’in yöneticileri benden evvel öyle yapmış. Ben de noksansız aynısını yaparım. Benden sonra gelecekler de bunu yaparlar. Onun için onun sendikası, bunun sendikası yok. Emeğin hakkını bir an evvel verin" diye konuştu.
Şeker-İş Sendikası’nın 23. Olağan Genel Kurulu’nda konuşan TÜRKŞEKER Genel Müdürü Muhiddin Şahin;
Türkiye'de sendikalaşmanın en güçlü olduğu sektörlerin başında şeker sektörünün geldiğini belirten Şahin, “Ülkemizde ortalama sendikalaşma oranı %15 civarındayken, şeker sektöründe bu oran %75’e ulaşmış durumda. Bu oran, hem kooperatif şirketlerimizde, hem TÜRKŞEKER’de hem de bazı özel sektör fabrikalarında sağlanmış durumda. Çalışanlarımızla, işçilerimizle, sendikamızla gurur duyuyoruz” ifadelerini kullandı.
TÜRKŞEKER’in 100. yılını kutlamaya hazırlandıklarını hatırlatan Dr. Şahin, “Bu yıl 100. yılımızı işçilerimizle birlikte kutlayacağız. Emek veren tüm çalışma arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum” dedi.
Şahin, 23. Olağan Genel Kurul’un başta Şeker-İş camiası olmak üzere tüm emekçiler için hayırlı olmasını dileyerek konuşmasını sonlandırdı.
Olağan genel kurul yarın yapılacak seçimle sona erecek.