‘GIDANIN GELECEĞİ ELLERİMİZDE’ ZİRVESİ ANKARA’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Şeker İş Sendikası tarafından düzenlenen ‘Gıdanın Geleceği Ellerimizde’ zirvesi yapılan oturumlarla Ankara’da başladı. Birçok akademisyenin katıldığı zirvede gıdanın geleceğinde yeni trend ve algılar, yeni teknoloji ve kaynaklar, sürdürülebilir gıda üretimi, iklim değişikliği, stratejiler ve şekerin geleceği ele alındı. Zirvede konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, emek örgütleri ve sendikaların sadece emeğin değil, ülkenin suyuna, ekmeğine ve üretimine sahip çıkmasının önemli olduğunu söyledi. Bilgin, “Gıda konusunda yapılan son araştırmalar ve veriler, önlem alınmazsa gelecekte nasıl bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Toprağımızı, gıdamızı koruyacağız. Şekerimize sahip çıkacağız. Şeker-İş’in gösterdiği duyarlılık kadar duyarlılık göstereceğiz” dedi.
Yapılan zirveye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Bilgin, Orman ve Su İşleri Eski Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu, Prof. Dr.İlber Ortaylı, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil Yılmaz, PANKOBİRLİK Başkanı Ramazan Erkoyuncu ve birçok davetli katıldı.
“TOPRAĞIMIZI, GIDAMIZI KORUYACAĞIZ, ŞEKERİMİZE SAHİP ÇIKACAĞIZ”
Nişasta bazlı şekerin geleceğimizi tehdit ettiğini dile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin ise emek örgütleri ve sendikaların sadece emeğin değil, ülkenin suyuna ekmeğine ve üretimine sahip çıkmalarının önemli olduğunu söyledi. Vatan, emek ve demokrasi olmasa Türkiye’nin ayakta duramayacağını ifade eden Bilgin, “Geleceğimizi bu üç eksende kuracağız, her şeyi bu üç eksen üzerinde şekillendireceğiz. Son yaşadığımız salgın da insanın tabiatla olan ilişkisiydi. Tabiatla olan ilişki insanın su, toprak ve canlılarla olan ilişkisidir. Toprak, su ve hava ile olan ilişkimiz bozulduğunda ayakta kalamayız. Kapitalizm bunları bir tüketim aracı haline getirdi. Kapitalizmin haz duygusunun nasıl bir tahribat yarattığını görüyoruz. Yeni bir çevre, insan ve tabiat ilişkilisine evirilmemiz gerekir. Son yapılan araştırmalar ve veriler önlem alınmazsa gelecekte nasıl bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Toprağımızı, gıdamızı koruyacağız. Şekerimize sahip çıkacağız. Şeker-İş’in gösterdiği duyarlılık kadar duyarlılık göstereceğiz.”
3600 ek gösterge sorununu bu ay sonunda bitiriyoruz. Adım adım dosyaları açıyoruz, dosyaları çözüme ulaştırdığımız anda da kamuoyu ile paylaşıyoruz. Emekçilerimiz sorun yapamasın onları enflasyon karşısında korumak bizim en temel göreviniz. Bu görevimizi yerine getireceğiz” açıklamasında bulundu.
“YAKIN GELECEKTE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ NEDENİYLE GIDAYA TALEP DAHA DA ARTACAKTIR”
Dünyada daha önce enerji arzından bahsedildiğini fakat şu an em önemli konunun gıdanın arzı ve güvenliği olduğunu söyleyen Orman ve Su İşleri Eski Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’nin gıda üretim merkezi olabileceğini belirti. Eroğlu, “Türkiye’de gıda üretimi için tarımın iyi planlanması gerekir. Nerede ne ekilecek bunu iyi bilmeliyiz öyle planlamalıyız. Planlama olmadığı takdirde çifti zarar ediyor. O yüzden planlamanın önemi büyüktür. Türkiye’de özellikle Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’da iklim değişikliği daha fazla hissediliyor. Dolayısıyla ürünleri ve bitkileri seçerken ona göre seçmeliyiz. Ürünü iklim değişikliğine göre seçmeliyiz. Üründe suyun çok büyük önemi var. Su zengini bir ülke değiliz, su fakiri bir ülkede de değiliz. Fakat bu durumu iyi yönettiğimiz zaman kendi kendimize yetebiliriz. Bizim bu konuda 2050-2060 yıllarına kadar ki planlarımızı yapmalıyız. Örneğin salgın sürecinde su olmasaydı ne yapabilirdik? Büyük düşünmeliyiz, büyük hedeflerimiz olmalı ve bu hedeflere kilitlenmeliyiz. Su zengini olmadığımız için suyu çok tasarruflu kullanmalıyız. Ziraatta sulama çok önemli. Su olursa üretim de artışta olur. Fakat suyu tasarruflu kullanmalıyız. İnşallah 2024 yılında sulamada modern bir kullanıma geçeriz. Yakın gelecekte iklim değişikliği nedeniyle gıdaya talep daha da artacaktır. Dünyanın en büyük meselesi gıda olmaya başladı, bu durum büyüyerek devam etmektedir. Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaş bu sıkıntıyı gözler önüne serdi. Bizim bu konuda yapacağımız şey ise üretmek, üretmek, üretmek…” dedi.
“15 FABRİKA OLMASAYDI ŞEKERİ ÜÇ MİSLİ PAHALI YİYECEKTİK”
‘Türk iş olmasaydı şu an devletin elinde bir tane bile şeker fabrikası yoktu’ diyen Türk-İş Başkanı Ergün Atalay ise fabrikaların üç kere gündeme geldiğini kimsenin bu konuyu önemsemediğini söyledi. Atalay, “Bunu söylemekle dilimizde tüy bitti. 15 fabrika olmasaydı şekeri üç misli pahalı yiyecektik. Su yoksa bu bina ne işe yarar. Gıdanın zirvesi en çok emekçiyi ilgilendiriyor. İmkânı olan bir yerden bir şeyler buluyor çünkü. Bu vatan bizim vatan yoksa ne sendika ne bakan ne de Başkan olur. ‘Türk iş olmasaydı şu an devletin elinde bir tane bile şeker fabrikası yoktu’ diyen Türk-İş Başkanı Ergün Atalay ise fabrikaların üç kere gündeme geldiğini kimsenin bu konuyu önemsemediğini söyledi. Atalay, “Bunu söylemekle dilimizde tüy bitti. 15 fabrika olmasaydı şekeri üç misli pahalı yiyecektik. diye konuştu.
“HERKESİN ŞAPKASINI ÇIKARTIP ÖNÜNE KOYMASI GEREKEN BİR YÜZYILI YAŞIYORUZ”
Açılış konuşmasını yapan Şeker-İş Sendikası Başkanı İsa Gök, zirveyi neden gerçekleştirdiklerinden bahsetti. ‘Sempozyumda toplanmamız kesinlikle bir tesadüf değil’ diyen Gök, sözlerine şöyle devam etti;
‘Bugün bir ilki daha gerçekleştirecek olmanın ayrı bir heyecanı, gururu ve kıvancıyla “Gıdanın Geleceği Ellerimizde” zirvemize hoş geldiniz diyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Neden bu zirveyi yapıyoruz? Öncelikle şuna inanın, bu sempozyumda toplanmamız kesinlikle bir tesadüf değil. Artık bazı şeyleri süzgeçten geçirmenin zorunluluğunu hepimiz biliyoruz ve her şeyin farkındayız.
İşte bu sebeple farkındalığımızı harekete geçirerek, sanal gözlüklerimizi çıkarıp dünyaya farklı gözlerden bakabilmenin yollarını aramak üzere bugün bir araya geldik. Sanal gerçekliklerin ileri boyutlara ulaştığı acı ve gözyaşlarıyla dolu evrende herkesin şapkasını çıkartıp önüne koyması gereken bir yüzyılı yaşıyoruz. Savaşlarla sınanan, açlıkla imtihan edilen ve milyonlarca insanın yok oluşuyla sonu henüz belli olmayan bir evrilme yüzyılından bahsediyorum.
Bizler, farklı milletlerden, farklı kültürlerden, farklı renklerden, farklı inanış şekillerinden olsak da gururla, iftiharla gelecek nesillere anlatacağımız çok şeylerimiz olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet Kuşağı olan Atalarımız tarafından emanet edilen, ülkemiz ve dünya denilen bu mirası, kendi ellerimizle yok etmek gibi bir seçeneğimiz kesinlikle olmamalı. Yaşamalıyız ama yaşatmalıyız…
Değerli Konuklar,
Konuşmamın bu bölümünde sizlere farklı bir perdeden sunum yapmak, konuyu sempozyum konumuzla bağlamak ve biraz da, bu konudaki eleştirilere ve özeleştirilere yer vermek istiyorum.
A’dan Z’ye alfabeyle isimlendirdiğimiz neslimizden bahsetmek istiyorum. Z Kuşağı, teknolojiyi hızlı şekilde kavrayan bir nesilken, X kuşağı, yeniliklere açık ama geleneklerine bağlı ve birçok icada tanıklık eden bir nesildir. Y kuşağı ise X ve Z kuşağı arasındaki dönemi temsil eder. Gelelim benim de içinde bulunduğum nesil yani 1946-1964 yılları arasında doğan kuşağa.. Sadakat duyguları yüksek, çalışkan, kanaatkâr bir jenerasyon.. Farklı yapıda ama övgü duyulacak dört nesil… Neden bu dört nesli sizlere anlattım? Elbette tüm nesillerin farklı ve önemli özellikleri var.
Bu vesileyle bizlere bu güzel vatanımızı bedel ödeyerek kazandıran neslimizi de rahmet ve minnetle yâd etmek istiyorum. Önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Yıllar geçiyor, teknoloji olanca hızıyla ilerliyor ve buna bağlı davranış şekilleri de değişebiliyor. Bir gerçek var ki, Dünyayı daha yaşanabilir kılmak artık yeni nesillerimizin ellerinde. O halde vakit kaybedilmeden yapılması gereken tek bir şey var; 1946-64 yılları kuşağının sadakat ve çalışkanlığı ile Z Kuşağı’nın teknolojik ve pratik zekâsını, geleneklerine bağlı X kuşağı ile çevreye ve dünyaya duyarlı Y kuşağıyla birleştirerek yeni bir neslin temellerini atmak. Burada hepimize önemli görevler düşüyor.
İnsanlık için önce iyi insanlar yetiştirmeliyiz diyoruz. Bu konunun sorumluluk alanı gerçekten çok büyük. Her birimiz üzerimize düşenin gereğini layıkıyla yerine getirdiğimizde, inanın yarınlarımız daha güzel olacaktır. Farklılıklarımız, fikir çatışmalarımız, ayrılıklarımız olabilir. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. Yaklaşınca canları yanar, uzaklaşınca üşürler. En sonunda hem kendilerini soğuktan koruyacak hem de dikenlerin batmayacağı bir mesafeyi ayarlarlar.
Bizler de tıpkı kirpiler gibi birbirimize zarar vermeden sorunları çözebiliriz.
Evet!
Gelecek; kapının arkasında değil, yanı başımızda ve şu anda tasarım aşamasında. Eğer bizler gelecekte var olmak istiyorsak, tarım ve gıdanın geleceğine katkı sunmak zorundayız. İklim krizi, hepimizin ortak suçu. Son 10 yıldır yaşanan iklim değişikliği daha yıkıcı olmaya başladı. Bu da gelecek yıllarda gıda krizini tetikleyecek en önemli faktörlerin başında geliyor. İklim krizi ve ona paralel ortaya çıkacak olası bir gıda krizinin, tüm dünyada yeni bir göç dalgasını derinden tetikleyeceği de büyük olasılıklar arasında.
Geçmişi değil ama geleceği değiştirebilir, iyileştirebiliriz. “Gıda egemenliği, kendi kendine yetebilme” hedefleri artık tarım ve gıdanın milli bir mesele olduğu gerçeğini iyice ortaya koyuyor. Aksi halde şeker sektörümüzde olduğu gibi kriz ve risk senaryoları stratejik ürünlerimizin isimlerinin yanından bir türlü ayrılamıyor. Ülkemiz şeker sektöründe yaşanan zorlu mücadeleye rağmen dün alınmayan kararların bugün yarattığı sonuçları görüyoruz. O nedenle milli fikir, karar ve icraatların ne denli önemli olduğunu esasen yaşamadan, fakat yaşadıysak da ders çıkararak hayata geçirmemiz gerekiyor.
Bununla beraber tarlada çalışandan, fabrikada üretene ve evde sofrayı kuran her bireyin gıdanın geleceğini, özellikle de güvenilir gıdaya erişimde daha sürdürülebilir politikalar üretme noktasındaki etkisi göz ardı edilmemelidir. Bugün gıda krizinin en somut yaşandığı 55 ülke veya bölgede 5 yaş altı 16 milyon çocuğun durumu gerçekten çok kritik. 16 milyon çocuk öldü ölecek durumda. Dünya genelinde 150 milyon çocuk ise beslenme yetersizliğinden muzdarip. Akut gıda sorunu yaşayan sadece 98 milyon insan Afrika'da yaşıyor. Bunu biz söylemiyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü yetkilileri söylüyor ve durum gerçekten çok vahim.
Son 5 yıla bakıldığında, Türkiye'de yıllık ortalama 26 milyon ton gıda israf edilmiş. Bir kamyonun 10 ton çöp taşıdığını hesaba katarsak, yılda 2,5 milyon kamyondan fazla gıda çöpe atılıyor. Ekmek israfı ise korkunç boyutlarda. Türkiye’de her gün 5 milyondan fazla ekmek israf ediliyor. İsraf israfı getirir derler ya!.. Sadece tarladan soframıza gelen 1 dilim ekmek için harcanan su miktarı ne kadar tahmin edin? 40 litre. Sağdan çarpın, soldan çarpın. Nereden çarparsanız çarpın, toplayın, bölün, çıkarın. Karşımıza korkunç parasal rakamlar çıkıyor. Yazık, gerçekten çok yazık…
Gıda güvenliği sadece bir ülkeye mahsus değildir. Bu sorun bir milli güvenlik sorunu haline gelmiş ise sadece Türkiye’nin değil, tüm dünya ülkelerinin sürdürülebilir stratejik bir milli gıda politikası oluşturması gerekmektedir. Aksi takdirde, bugün bana yarın sana mantığı devreye girecektir. Çünkü bugün burada, bu toplantıyı yaptığımız şu saatte, dakikada hatta saniyede kim bilir kaç çocuk, kaç insan daha açlıktan, temiz su bulamamaktan ölmüş olacak? Kaç anne baba daha çaresizlikten kendi elleriyle evladını toprağa verecek? Bunu düşünmek bile istemiyorum.
Obeziteye harcanan parayla açlığın yok edilebileceği gerçeğini hepimiz biliyoruz. Öyleyse, açlığın kurgusallığının da olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Daha nereye kadar Açlık Safarisi yapılacak?
Teknolojinin baş döndürücü hızda ilerlediği bir yüzyılda özellikle son aylarda Metaverse’ü yani kurgusal evren denilen olguyu, şimdiden zihinlerimize yerleştirerek hayatımızın bir parçası haline getirmeye çalışıyoruz. Sanal paraların, sanal arsaların, sanal evlerin satın alınabileceğini görüyoruz. Eğer Metaverse, ‘Hayal et yap’ mantığıyla hareket edecek ise o zaman açlığın hayalini değil de, herkesin eşit bir şekilde ihtiyacı kadar doyduğu bir dünya düzeni hayal edildiğinde çözüm sağlanmış mı olacaktır?
Öncelikle gerçek dünyayı doğru analiz etmeden sanal dünyanın içine girmek ne kadar gerçekçidir? Gerçek dünyayı sanal dünyaya adapte ederken, çok dikkatli davranmak gerekmektedir. Bugün metaverse konuşurken level atladık diyoruz. Ama bir şeyi unutuyoruz. Dünyanın bir tarafında tıka basa midesini dolduran, yiyemediğini çöpe atan bir kitle varken, diğer tarafında açlıktan çocuklar ölüyorsa ve buna hala kayıtsız kalınıyor ise bunun adı ne kalkınmadır ne de refahtır. Bu olsa olsa kendi kendimizi kandırmaktır. O nedenle, vakit kaybetmeye tahammülümüzün kalmadığı bu dönemde, artık eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldıracak adımlar atılmalıdır.
Bugün bu toplantı sona erdiğinde ve hepimiz buradan ayrılıp evlerimize işyerlerimize, şehirlerimize döndüğümüzde, dünyanın bir tarafında yine insanlar açlıktan ölecek, yine feryatlar yükseliyor olacaktır. Eğer sorunlara duvar örmek yerine çareler ararsak, gözü yaşlı tek bir çocuğu bile yatağına tok gönderebilirsek inanın, insanlık vazifemizin belki de kalplere dokunan en güzel yanını sergilemiş olacağız. İşte bu yüzden, konuşmamın başında ifade ettiğim gibi iyi insanlar yetiştirmemiz lazım diyoruz. Bir insanın açlıktan ölmesi kadar utanç verici bir insanlık hakkı ihlali düşünemiyorum.
Öyle ise; Konuşmamı sonlandırırken, gelin hep birlikte sanal Cennetler yaratmak yerine insanlığa hizmet ederek, özellikle çocukların yatağa aç ve susuz girmeyeceği, tok insanın aç insanın halinden anlayacağı iyi niyet ve duyarlılığın zirveye çıkacağı gerçek Cennetimizi yaratalım. Ellerimizi birleştirip, sadece gıdanın geleceğinin değil, dünyanın geleceğinin bizlerin ellerinde olduğuna hep birlikte inanalım, insanlık adına birbirimize söz verelim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.’