TÜRK-İŞ 23. OLAĞAN GENEL KURULU KONUŞMA METNİ
05 ARALIK 2019
05 ARALIK 2019
Sayın Başkan,
Değerli Divan Üyeleri,
TÜRK-İŞ’ e Bağlı Sendikalarımızın Değerli Başkanları, Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,
Kıymetli Delegeler,
Yazılı ve Görsel Medyanın Değerli Temsilcileri,
Değerli Divan Üyeleri,
TÜRK-İŞ’ e Bağlı Sendikalarımızın Değerli Başkanları, Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,
Kıymetli Delegeler,
Yazılı ve Görsel Medyanın Değerli Temsilcileri,
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Demokrasinin olmazsa olmazı, işçi sınıfının sesi olma görev ve yetkisini 67 yıldan bu yana etkin bir şekilde sürdüren Türk-İş’imizin Genel Kurulu’na hepiniz hoş geldiniz.
Bu vesileyle, maziden atiye giden bu yolculukta, çalışma hayatımıza ve işçi hareketine verdiği hizmetlerle, sendikal tarihe adını yazdıran tüm konfederasyon ve sendika yöneticilerimizi, ömrünü bu yola adayan tüm kardeşlerimi rahmetle ve şükranla yâd ediyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Dünden bugüne Türkiye’de işçilerin, çalışanların örgütlü ve güçlü bir sesi var, “Türk İş” var.
O ses o kadar gür ki, o ses o kadar anlamlı ki, o ses o kadar değerli ki arkadaşlarım, fiziken burada olamasalar da, gelemeseler de bizimle yan yana, Türkiye’nin, çalışanların yüreklerinin burada, bizimle olduğunu ve attığını biliyoruz.
Fakat malumunuz, yine birçok meseleyle yüzleşme halindeyiz. Küresel, siyasi, milli, ahlaki, insani birçok sorun; yürüdüğümüz bu yolda bizlere refakat ediyor.
Her şeyden önce, Türkiye’mizin gerek politik gerek ekonomik her türlü tehdit karşısında her daim muzaffer olmasını diliyor, hedefe giden tüm yolların müreffeh gelecek şiarımızda buluşmasını umut ediyorum.
Bugün terör, mülteciler, sınır güvenliği gibi büyüyen birçok sorun karşısında, toplumsal dinamiklerimizi ülkemiz çıkarları doğrultusunda şekillendirilmenin tek çare olduğunu görüyoruz.
Türkiye, mevcut birikimiyle karşılaştığı zorlu süreçleri nihayete erdirebilecek güçlü bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin en özel yanı da, milletimizin beraber yaşama ve ortak gelecek hedeflerinden vazgeçmeme adına oluşturduğu “sinerji”de gizlidir. Kaldı ki bugünün dünyasında insanlar fiziki manada belirli bir ülkenin vatandaşıdır; fakat, zihin dünyaları coğrafyasızlık özgürlüğünü sonuna kadar kullanabilmektedir. Yani devletler tarafından kontrol edilemeyen bu dijital dünya ile, coğrafyadan tutun da ekonomiye kadar bambaşka tanımlamalarla iç içe olduğumuz bir gerçektir.
Medeniyetler çatışması, ırkçılık, ötekileştirme, yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığının arttığı bir dünyada, ülke olarak birlik ve beraberliğimizden gelen güç, büyük ve çok değerli bir mirastır. Öncelikle her birimizin üstüne düşen ilk görevin, bu mirası korumak olduğunu unutmaması gerekir. İkinci olarak, küresel siyaset sahnesinde doğru bildiklerimizin savunucusu olmaya devam etmeli, sağlam bir gelecek kurma gayretimizden asla vazgeçmemeliyiz.
Değerli Arkadaşlarım,
Sağlam bir gelecek kurma gayretimizden bahsettim. Bu hedef doğrultusunda ilerlerken, beklenen veya beklenmeyen hadiselerin, derinden etki yarattığı bir ekonomi cenahına sahip olduğumuzu görüyoruz. Bu durum da, muhakkak ki her birimizi yakından ilgilendiriyor.
Yapısal sorunlarımıza dayalı olarak, mevcut ekonomik yapının önemli adımlara gebe olduğunu biliyoruz. Fakat ilk etapta; hukukun üstünlüğü, demokrasi, yasama yürütme ve yargı ilişkileri, açık ve şeffaf denetim mekanizmaları gibi reform ihtiyacı bulunan alanlar öncelik arz ediyor. Akabinde, ekonomi politikalarına yönelinmesi; kısa döneme odaklı çabalar yerine, uzun vadeye dönük reformlara odaklanılması gerekiyor.
Bunun yanında, ülkemizde potansiyel büyüme sürdürülemezken, gelir dağılımındaki adaletsizlik hız kesmeden devam ediyor. Ülkemizde en az gelir alan kesim ile en fazla gelire sahip kesim arasında tam 8 kat fark bulunuyor. Öyle ki, son asgari ücret seviyesine rağmen bu fark, son 6 yılın en yüksek oranına tekabül ediyor.
Ne yazık ki, sosyal hayatı derinden etkileyen bu tarz sorunlara yönelik; kamu, sivil toplum kuruluşları ve diğer kurumların hangi adımları atabileceği sorusu, yeteri kadar gündem oluşturmuyor. Rekabeti arttırıcı yeni nesil politikaların tasarlanmasına yönelik ilgi, yok denecek kadar az.. Yeni iş olanakları sunabilecek teknolojiler karşısında insan kaynağı nasıl geliştirilebilir, buna dair yeteri kadar araştırma yapılmıyor.
Bugün 1.5 milyonu aşan genç işsiz sayımız son 14 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumdadır. Son bir yıl içerisinde ise aktif sigortalı çalışan sayısı neredeyse yarım milyon azalmıştır. Tüm bu istatistikler göstermektedir ki, yatırım ve üretim artışının önündeki riskler bertaraf edilmeden, kayıtlı istihdam artışı hedef düzeye erişemeyecektir.
Diğer taraftan maalesef, enflasyon, cari açık, bütçe açığı, vergi yapısının bozulmasına dair ekonomik sorunlarımız kronikleşmiş durumdadır. Yeni düzenlemeler ile vergi yükünün daha da arttırılıyor olması, çalışanları insanca yaşamdan uzaklaştırdığı gibi, maliyet yükselişini de beraberinde getirecektir. Bu da yine kayıt dışılığın artmasına neden olacaktır.
Gelir adaletsizliğinin yaygınlaşması ve derinleşmesinde ciddi payı olan “vergi düzenlemesi” karşısında, üç konfederasyonun bir araya gelmesi çok önemli bir tavırdır. Buna vesile olan başkanlarımızı canı yürekten kutluyor, söz konusu düzenlemenin taleplerimiz doğrultusunda şekillenmesini temenni ediyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
İçinde bulunduğumuz çağ itibariyle, teknoloji ve dijital dönüşüm alabildiğine hızla ilerlerken, çalışma koşullarının her yerde eşit şekilde devam etmediğini görüyoruz. Yaşanan eşitsizliğin, huzurlu ve güvenli yaşam adına büyük tehdit oluşturduğu, masaya yatırılması gereken çok özel bir konu..
Nitekim işverenlerin çalışanlarını istismar eden, çalışma ortamını ilkelleştiren örnekleri hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor.
Bakın, iş ve yaşam dengesiyle ilgili OECD araştırmasına göre Türkiye, ne yazık ki en kötü 12 ülke içerisinde sondan 3. sırada yer alıyor. Daha da önemlisi, çalışanların talepleri içerisinde öne çıkan bir husus var ki, işçi işveren ilişkisini adeta resmediyor. Çalışanlar, yöneticileri tarafından sadece işgücü olarak değil, “İNSAN” olarak değer görmek istiyor..
Ne yazık ki ülkemizde, sosyal güvenlik ve çalışma haklarımız daraltılıyor, taşeronlaşma giderek yaygınlaşıyor. Kıdem tazminatı fonu bir türlü gündem malzemesi olmaktan çıkamıyor. Çalışanlar esnek çalışma adı altında kuralsızlığa itiliyor. ‘İş güvensizliği’ her geçen dakika can almaya, işçi sağlığını tehdit etmeye devam ediyor.
İşte, örgütlenme önündeki engellerin halen devam ettiği böylesi bir ortamda, biz Sendikalar ve teşkilatlarına her zamankinden çok daha büyük ihtiyaç var.
Bugün dikkat edin, çalışma hayatımıza dair her mevzuat değişikliği gündeminde, işçinin sahip olduğu hakları tartışma zeminine taşınıyor. İş mevzuatı geldiğimiz noktada, artık işçinin mevzuatı olmaktan çıkmak üzere.. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerindeki merkezileşme, yerel sorunların gölgede kalmasına yol açıyor. İşkolu tespiti ve yetki davaları ile boğulmuş bir sendikacılık yapmak zorunda bırakılarak, elimiz kolumuz bağlanıyor.
Gerek konfederasyonumuzla gerekse de sendikalarımızla dünden bugüne meselelerimizi Meclisimize, Milletvekillerine, Bakanlara, hatta Cumhurbaşkanına taşıma gayreti gösteriyoruz. Fakat sorunlarımızı, isteklerimizi, taleplerimizi ulaştırmakta maalesef zorluk çekiyoruz. Biz çalışanların sesi olarak, onların isteklerini iletmek zorundayız, bunu da diyalogla yapmak istiyoruz. Bu noktada hepimizin; üretimde demokrasinin hâkim kılınması, sosyal diyalog mekanizmasının etkin kullanılmasına yönelik savunuları, sonuna kadar sürdürmesi gerekiyor.
Konjonktür gereği, zor bir dönemden geçtiğimiz bir gerçek..
Fakat Türk-İş ilkelerine uyum ve geliştirme noktasında, Konfederasyonumuz ve biz sendikaların büyük sorumluluğu bulunuyor. Bu çerçevede Türk-İş’imizin, işçi hareketinin gelişimine yönelik yeni yol ve yöntemler belirlemesi, gerektiğinde partiler üstü etkin siyaset ağırlığını arttırması, önümüzdeki süreç için önemli bir açılım sağlayacaktır.
Diğer yandan, Türkiye’nin en büyük işçi hareketinin ve Genel Başkanının mesnetsiz haberlerle karalanmaya çalışılması; davamıza gölge düşürme gayesinde olan algı operasyonlarının boş durmadığını göstermektedir. Sarı yelekliler hadisesine yönelik açılan davadan tutun da, 2019 dönemi kamu toplu iş sözleşmesi toplantısındaki sözlerin çarptırılmasına kadar, toplumsal kutuplaşma özellikle tetiklenmek istenmiştir. Değerli Arkadaşlarım, buradaki hedef sadece Sayın Genel Başkan değildir; aslında hedef, bizler ve tüm işçi camiasıdır. Kullanılan dil de, sade bir nefret dili değil; toplumsal mutabakatı zayıflatma, körleştirme dilidir. Bu nedenle her zamankinden daha fazla kenetlenmeye ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, “etik değerler” kıstası çerçevesinde oluşturacak bir mekanizmanın tesis edilmesi lazımdır. Böylelikle, hizmet ruhumuzu ayrıştıran ya da geriye götüren unsurların önüne geçebilmek, birlik ve dayanışma ruhumuzu daha diri tutacaktır. Toplumsal sendikacılık anlayışımızı daha güçlü kılacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, çalışanlar, toplumsal kararların alınması sürecine mutlaka katılmalıdır. Çalışanların temsilcisi olan sendikalar, sadece çalışanları ilgilendiren meselelerde değil sektörün ve işyerlerinin geleceğini etkileyen süreçlerde de konuşturulmalıdır. Bunu oldukça önemsiyorum. Çünkü kamu şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sürecinde ülke olarak bu eksikliğimizi çok net bir biçimde gördük.
Pek çoğunuz benden, Sendikamız Şeker İş’ten, şeker sektörü ile ilgili pek çok söz duydunuz. Bazı kapıları defalarca aşındırdık, neden? Ülkemizin ve sektörümüzün geleceğini garanti altına alabilmek için.
Anımsayalım; sadece Türkiye’ye değil, bölge ülkelerine yönelik de üretim yaparak ihracatını arttıran Türkşeker, makine fabrikası eliyle, yurt dışında neredeyse yüzde 100 kendi imalatı fabrikalar yapmaya başlamıştı. Şeker sektörünün öncü şirketi Türkşeker, işte böyle bir dönemde birileri tarafından hedef seçildi. Karşılığında da 6 Ocak 2001 tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı ile özelleştirme kapsamına alındı. O tarihten bu yana, adeta bir varlık savaşı vermeye devam ediyor.
Ne günler geride kaldı; kimsenin doğruluğuna inanamadığı bir kararla, bir gecede Şeker Kurumu kapatılmıştı. Büyük bir kısmı Amerikan şirketi Cargill tarafından kullanılan nişasta bazlı şeker kotası, her yıl düzenli olarak %50 oranında arttırılıyordu. Fabrikaların gelişigüzel bir şekilde kapatılması için kararlar alınıyor, Türkiye Şeker Fabrikaları’nın değerli arazileri rantçı belediye başkanlarının iştahını kabartıyordu.
Hepiniz şahitsiniz; hepsiyle mücadele ettik. Şeker Kurumu’nun kapatılması kararını yargıya götürdük, kapatmaya dayanak yasa hükmü iptal edildi. Nişasta bazlı şeker kotasının mutat bir şekilde arttırılmasına, karşı çıktık, davalar açtık, kazandık. Yıldan yıla Şeker Kurumu, yargıya hesap vermekte zorlandı. Sonunda, 2018’de önce kota %5’e indirildi, 2019 Şubat’da da %2,5’a. On yıl önce neden %13’dü, bugün neden %2,5. Bunun değerlendirmesini tarih yapacaktır. Ama gelinen nokta, toplum olarak mücadelenin başarısıdır. Bu hususla beraber şeker özelleştirmesi konusunda da, Konfederasyonumuz Türk-İş bizlerin her daim yanında yer almıştır. Bu vesileyle bir kez daha, başta Genel Başkanımız Ergün ATALAY olmak üzere yönetim kuruluna teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Bahsettiğim gibi, yaşanan şeker özelleştirmesi süreci sosyal diyalogdan uzak bir işleyişle değil de, sektör paydaşlarının endişe ve sorunlarını tartışmaya açarak yürütülseydi, bugün yaşananlara tanıklık edilmezdi.. Muş, Alpullu, Elbistan, Erzurum, Erzincan gibi şeker fabrikalarının bazılarında yaşanan pancar üretim aksaklıkları ve bazılarındaki üretici mağduriyeti gazete manşetlerinde boy boy yer almaz; ülkemiz bugün, 25 kamu şeker fabrikasının 10 tanesinin özelleştirilmesi sonrası, “şekerde sürdürülebilirlik problemi”ni konuşmazdı.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, özelleşen fabrikalarda 4 yıl sonra üretim şartı sona erdiğinde; pancar şeker üretimine dair ne karar verici siyasilerin, ne biz çalışanların, ne de bir üreticinin, gelecek tasavvuru bulunuyor.. Diğer taraftan bugün dünya ülkelerine bakıyoruz. Pancar şekeri, biyobazlı sektörlerde değerlendiriliyor, araştırma ve inovasyon faaliyetleri her geçen gün hız kazanıyor.
Kıymetli Arkadaşlarım, tüm dünya şunu çok iyi biliyor, “şeker pancarı üretiminin, bir bölgede bir kere kaybedildikten sonra tekrardan kurulması çok zordur. Pancar şekerinde hammaddeyi garanti altına alacak bir model, bu sektör için olmazsa olmazdır..”
Bu doğrultuda Sendikamız; üretici, çalışan ve kamu idaresinin koordineli yönetimine imkân sağlayan yeniden yapılanma modelinin hayata geçirilmesine yönelik mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.
Öte yandan, Sendikamız gıda sanayi işkoluna geçişle birlikte, gıda sektöründe örgütlenme çalışmalarını sürdürmekte, küresel gelişmeleri yakından takip etmektedir. Avrupa Birliği Sosyal Diyalog Komitesi çalışmalarına katılmaktadır. Bu noktada Sendikamız; dijitilasyon, otomasyon ve işbirlikçi robotları içeren şeker sektöründe sanayi 4.0 konulu uluslararası bir çalıştay yapma hazırlığı içerisindedir. Şeker-İş öncülüğünde imzalanan “şeker sektörü ulusal meslek standardı ve ulusal yeterlilik işbirliği” protokolüyle, nitelikli hizmet üretiminin, gelecek nesillere aktarılmasının sağlanması çalışmalarımız sürmektedir.
Sektörümüz bugün; şeker’e emek, ömür ve gönül veren çekirdek bir kadro ile ayakta durmaktadır. Nitelikli işgücü açığımız, taşeron işçi çalıştırma yoluyla karşılanmaktadır. Bu çerçevede, sanayimizde hukuka aykırı biçimde kurulan alt işveren ilişkisinin son bulması gerekmektedir. Şeker sanayimizde, insan kaynağı açığını eğitebilecek kilit bir kadro olan geçici işçilerimizin, 12 aylık istihdamı sağlanmalıdır. Bu konuda çalışmalarımızın ve hukuki mücadelemizin amacımıza ulaşana dek devam edeceğini belirtmek isterim.
Kıymetli Arkadaşlarım,
Bir insanın başını dik, gönlünü ferah tutan, yüzünü ak, ömrünü hak eden; alın teridir..
Türk-İş ve Sendikamız Şeker-İş olarak bizleri biz yapan; alın teri döken, fayda üreten üyelerimizin ve tüm çalışanların adalet, hak ve emek savunuculuğunu yapmaktır.
Bizler, nice büyük zaferlere imza atmış bir milletin evlatları olarak; çalışma hayatımız ve ülkemiz için daha büyük hayaller kurmayı, daha büyük hedefler belirlemeyi kalplerimize nakşetmeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle, 23. Olağan Genel Kurul’unun Türk-İş’imizin misyonuna yakışır bir sağduyu ortamında geçeceğine inanıyor, Genel Kurulumuzun camiamıza hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.